Fikrimizce!

30 Kasım 2013 Cumartesi

Kız Kulesi Hikayesi



Kız Kulesi Hikayesi
Başladığında her şey hazirandı galiba,
Bordo bir yalnızlıktı seni şehir içi aşklara taşıyan.
Zaten hiçbir şeyi zamanında sollayamamak,
Veya ortasını bulamamak hüküm sürüyordu.
Benimse gitmek gibi bir şey, bir çeşit uzun yol haritam.
Epeyce göçebe yaşadık, sadece iki valizimiz oldu bizim.
Sonra sen geldin, temmuzdu galiba.
Bir yığın tanıdığın,
Ama hep yalnızdın.
Kız kulesinin batışını izlerken aynadan,
Çözüldü dilimizin kemeri.
Ağustostu galiba, seninle sensiz konuşmalarımız.
Ben sana taşıdım içimde ki bütün yarım kalmış,
Adına dostluk denen hikâyeleri.
Ki nakliyesi zaman alır bir kalbin kırıklarının,
Başka bir kalbe yapıştırılması.
Yarınlarımızın ertelendiği bir zaman diliminde
Kol saati takamazdık ama,
Yine de güzel çocuklardık.
Bir geminin denize indirilirken gövdesinde kırılan şişe gibi,
Bizim de indirirken dostluğumuzu gökyüzüne,
Kırılan bir kaç anı ve bozulan bir kaç saat kaldı.
Açılan her kapak sonrası, bir İstanbul akşamında,
Yere serilen belgesel ruhlarımız vardı bizim.
Ve ince bir pencere aralığından süzülen,
Çocukluk günahlarımız.
Kıtalar ardına göç edenlerin peşi sıra bakacak cesaretimiz,
Yalnızlığa inat etmek için nedenlerimiz vardı.
Aksakallı dedelerin baston imalathanesinde çalışan ruhlarımızın,
Unutulmaya yüz tutmuş tozlu rafları üzerinde,
Ak kâğıtlara sarılı sırlarımız vardı bizim.
Alçaktan uçarken aklımızın yıldız askerleri
Hep bir paraşüt yalnızlığı bağlıydı sırtımıza
Kimsesizliğimizin en derin çukurlarına
İp kullanmadan inan jelibon aşklarımıza ne oldu?
Hatırlıyor musun onları?
Kendiliğinden açılan can yeleği gibiydi çoğu,
Uçağın kaza yapmasına bile gerek yoktu.
Gençlik dedikleri, hayatın elektriğinin olmadığı,
Gece ile gündüzün yer değiştirdiği zamanlar.
Kabilelerle yapılan savaşların ortasında,
Harfsel silahlarla işlediğimiz cinayetler.
Üzerimize yıkılan birkaç bina ve
Çeşitli yerlerimize denk gelen klavye kırıkları.
Saplanan her harfin bir manası oluyordu yüreğimizde.
Denizin ortasında kalmışken kimsesiz,
Bir kovadan nefes alırcasına, hayatta kalma heveslisi.
Gidenlerin gelenleri arattığı bu yüzyılda,
Kimin ihtiyacı yoktu ki, ardından ağlamayacağı birine.
Bizim aslında sevecek çok şeyimiz vardı ama,
Şeylerimizi sevecek zamanımız yoktu.
Çalınan her zaman, sevmek uğruna işlenen suçlar,
Yalnız kalpler plajında açılan şemsiyeler,
Yani gidilecek uzak kalpler, yakın acılar.
On dokuzunda şaşkın bir gençlik ve
Uzak bir Avrupa ülkesinde, deniz kıyısında belki,
Biz orada zamandan vazgeçmişiz.
Aslında biz ikimiz, yani seninle ben
Suya düştüğünde batmayan insanlar sevmişiz.
Ne köy ne de kasaba olamayan mecraalarımızın.
Tek haneli sakinleri gibi dolaşırken klavye aralarında,
Verilen her söze karşılık bir parçamızı alıyordu,
Nick’lerinde pembemsi şekerlere yer verenler.
Unutulmayan ne varsa ortaklaşa yalnızlıklarda,
S’siz sedasız bırakıldın,
Yıkılan Avrupa’nın harabe griliğinde.
Kayıp harflerimiz vardı bizim
Dostluğumuzun o kalın ve tek sayfalık destanında
Bizim gidecek çok yerimiz vardı ama
Dönecek pek yerimiz yoktu galiba.
Gidilen her uzaklık sonrası,
İçimize sonbahar soğuğu işliyordu.
Köylü bir kızın kilim dokuması gibi,
Gitmelerin, gelmelerin çokluğundan bile
Isınmıyordu içimiz.
Aklımızda hep oraların coğrafyası,
Cebimizde deniz altının sadeliği.
Bir oltaya takılan balıkçının varoluşsal şaşkınlığı gibi,
Çekilirken hayatlarımız boğazın serin sularından geriye,
Sen hep kuleliden kurtulmak isterdin, takıldığın iğneye.
İzmir’e giderken veya gelirken gidilen yerlerden,
Seninle yolda olmanın ekşi bir tadı vardı.
Dalından yeni koparılmış bir şeftali sadeliği,
Bir sınırdan diğerine geçen iki yalnız araç gibi,
Karşılaşmıştık sanki, dümdüz asfalt griliğinde.
Yolda olmanın verdiği keyif geçerken teker teker,
Takılıp kalıyorduk çoğu zaman
İzlerken durdurulmaksızın,
Yere çekilmiş beyaz çizgileri.
Aslında ikimizin de yüreğinde eskiden kalma,
Dibi tutmuş tencere gibi, ani fren izleri.
Bırakılan pek çok izin tercümesine geç kalınmıştı,
Ama yine de seviyordum seni.
Ben seninle yalnızlıklarımda kamp kurmayı seviyorum.
Uzak bir kara limanda, kendi kendine konuşan dalgaların arasında,
Yıldızlara bakarak, ulaşılamazlar ulaşma hayali kurmayı seviyorum.
Senin şimdi sol parmağında ölümüne bir söz
Dolunaysız gecelere çarpıyor kalbin.
Gözlerinde ölümüne, bir büyük kara parçası.
Ne varsa sevdiğin dünya üzerinde,
Bir yeri var onların da yüreğimde.
İşte böyle geçerken hayat sen’li veya sensiz,
Yine de bu sözleri hep içinde taşı,
Çünkü bu sözler sana yazılan,
Bir doğum günü telaşı.

Hiç yorum yok: