Fikrimizce!

11 Şubat 2014 Salı

İzlediğim Son Film - The Counselor




film saçma sapan bir sevişme sahnesi ile başlıyor ki ben de yönetmenin yaratmak istediği etkiyi yaratamadı. ama değişik bir sahneydi ki filme olan ilgimi arttırmadı.

hemen arkasına reiner ve malkina'nın çita ile tavşan avladıkları sahne geldi ki, cameron diaz'ın duruşu, saçlar mimikler muhteşem. javier bardem rol icabı biraz iq seviyesi düşük bir karakteri canladırıyor ama biz alışmamışız sanırım onun bu aptal hallerine ki pek ısınamadım. hemen ardından aşağıda ki muhteşem dialog geliyor. ki malkina'ya orada aşık oluyorum resmen, nasıl güzel ve düz bir mantık nasıl bir gerçekle yüzleşme durumu vs bayıldım. işte dialog

reiner: sana başka birini mi hatırlatıyorum?
malkina: evet, hatırlatıyorsun.
reiner: özlediğin birini mi?
malkina: ölmüş birini.
m: özlem çeken biri olduğumu sanmıyorum.
m: bir şeyi özlemek için, geri döneceğini ümit etmek gerekir.
m: ama geri dönmeyecek.
m:çocukluğumdan beri biliyorum bunu.
reiner: biraz soğuk bir yaklaşım değil mi sence?
malkina: bence gerçeğin ısı derecesi yoktur.

filmin adı the counselor olduğu için avukatın da taşşaklı çıkması gerekir diye düşünüyorum, sonuç olarak malkina'nın karşısına penélope cruz yani laura'yı çıkarmanız biraz saçma olur zira zayıf kalıyor laura çok bariz.

ve avukatın elmas satın aldığı sahne geliyor ki dialog açısından muhteşem ve avukatın cool bir adam olduğunu orada anlıyoruz. ayrıntılara verdiği önem ve özel zevklerinin olduğunu bilmek, sohbeti yönetmesi açısından hafif bir patrick jane havaları seziyorum ki malkinaya uygun bir rakip gibi görünüyor bir an için.

gelelim brad pitt'e yani westray, sakalı ve şapkası ile teksas petrol zenginlerine benziyorken dialog sonucu etkisi muhteşem oluyor. özellikle bolito hikayesi çok etkiliydi..

film tam olarak dialog yolu ile etkilemeyi amaçlamış ki ben de bunu başardığını söylememem gerek. çeşitli olaylar olur ölenler kalanlar vs ama malkina'nın son sözleri filmin dehasını çok açık ortaya koyuyor.

avcının zarafetine, güzelliğine... kalbinin saflığına hiçbir yerde rastlanamaz. karakterleri ve yaptıkları arasında hiçbir ayrım yapamazsın. yaptıkları öldürmektir. bizler tabii ki bambaşka bir mevzuyuz. kalbimizin zayıflığı bizi mahvolmanın eşiğine getirir. belki kabul etmezsin ama... bir korkaktan daha zalimi yoktur.
ve takip edecek katliam... muhtemelen hayal gücümüzü aşar.

15 Ocak 2014 Çarşamba

Okuduğum Son Kitap Jack London - Beyaz Diş


Kitap iki adamın ölü bir adamı, köpeklerin çektiği bir kızakla, kuzey karları arasında taşıdığı bir sahne ile başlıyor. Kuzeyin sert şartları ve açlık ile boğuşan doğal hayat, kurtların bu iki adamı takip etmesi ve kızak köpeklerini pusuya düşürüp teker teker yemesi ile devam ediyor.

Konu bu minvalde ilerleyecek sanıyorken, hikaye kızak köpeklerini kandırıp sürüden ayıran ve onları yiyen kurt sürüsünün lider dişisi olan kiche'ye odaklanıyor. Saf kan kurt olmayan kiche'nin doğum sonrası 4 yavrusunun 3'ü ölüyor ve yaşayan tek yavru olan beyaz diş'in hikayesi ile devam ediyor kitap.

Dünyayı bir hayvanın gözünden anlatan bu harika kitap, özellikle 18 yaş öncesi için müthiş bir ilham kaynağı olacaktır. ve tabi ki hayvan sevgisi bakımından çok özel bir kitap.

Beyaz diş'in yaşadığı maceralar, yerlilerle tanışması ve vahşi hayatı bırakarak insanlarla yaşamayı seçmesi, lip lip ve diğer yavru köpekler, anne vaşak, sincaplar, köpek dövüşleri, altına hücum ve dönemin kanada-amerika arası yolculuğu müthiş bir hikaye ve yalın akıcı bir dil.

Mutlaka okunması gereken bir roman.

27 Aralık 2013 Cuma

Okuduğum Son Kitap Johann Wolfgang Von Goethe - Genç Werther'in Acıları

Genç Werther'in acıları yayınladığı dönemde avrupada büyük bir etki yaratmış ve ciddi anlamda bir intihar modası yaratmıştır. Goethe bu romanı yazdığında henüz 25 yaşındaydı ve ilk romanının etkisi sayesinde avrupada ve tüm dünyada tanınan bir yazar olmuştur.

Kitap, çeşitli memuriyetlerde çalışan genç wertherin bir gün evli ve çocuklu bir kadına aşık olması sonucu hayatının gidişatını anlatıyor.

Aşkın pek çok evresini anlatmayı ustalıkla başarsada tutku ve yaratıcılık minvalinde zayıf kaldığını söyleyebiliriz. Tabi burada Goethe'nin kadınlar konusunda Arthur Schopenhauer'den etkilendiğini de unutmamak gerekiyor.

Kitapla ilgili olarak dönemin Avusturya kralının oğlu veliaht prens kitabı okuduktan sonra sevgilisi ile birlikte intihar ederek ülkeyi çok zor bir duruma sokmuştur.

Sonuç olarak ağır ama etkili ilerleyen bir kitap ve iyi bir okuyucu olmak isteyen kişilerce, zamanında avrupayı kasıp kavurmuş bu kitabı okumak ciddi bir zorunluluktur.

6 Aralık 2013 Cuma

Okuduğum Son Kitap Fyodor Mihailovic Dostoyevski - Ev Sahibesi


Ev sahibesi dostoyevski'nin çıtır hikayelerinden biri olarak duruyor olsa bile, kitap son çeyreğinde büyük bir süpriz yaparak sizi bambaşka bir yere götürüyor.

İlk başlardaki sıkıcı betimlemeler ve ana karakter ordinov'un başı boş sokaklarda dolaşması, ordan oraya savrulması gibi uzun ve sıkıcı paragraflar. Diyalogların azlığı ve olan diyaloglarda kimin kiminle konuştuğunun tam olarak anlaşılamaması biraz can sıkıyor.

Klasik rus edebiyatı örneklerinden olduğu konusunda şüphe yok ve askıda kalan bir finalle tadı damağınızda kalıyor.

30 Kasım 2013 Cumartesi

Kız Kulesi Hikayesi



Kız Kulesi Hikayesi
Başladığında her şey hazirandı galiba,
Bordo bir yalnızlıktı seni şehir içi aşklara taşıyan.
Zaten hiçbir şeyi zamanında sollayamamak,
Veya ortasını bulamamak hüküm sürüyordu.
Benimse gitmek gibi bir şey, bir çeşit uzun yol haritam.
Epeyce göçebe yaşadık, sadece iki valizimiz oldu bizim.
Sonra sen geldin, temmuzdu galiba.
Bir yığın tanıdığın,
Ama hep yalnızdın.
Kız kulesinin batışını izlerken aynadan,
Çözüldü dilimizin kemeri.
Ağustostu galiba, seninle sensiz konuşmalarımız.
Ben sana taşıdım içimde ki bütün yarım kalmış,
Adına dostluk denen hikâyeleri.
Ki nakliyesi zaman alır bir kalbin kırıklarının,
Başka bir kalbe yapıştırılması.
Yarınlarımızın ertelendiği bir zaman diliminde
Kol saati takamazdık ama,
Yine de güzel çocuklardık.
Bir geminin denize indirilirken gövdesinde kırılan şişe gibi,
Bizim de indirirken dostluğumuzu gökyüzüne,
Kırılan bir kaç anı ve bozulan bir kaç saat kaldı.
Açılan her kapak sonrası, bir İstanbul akşamında,
Yere serilen belgesel ruhlarımız vardı bizim.
Ve ince bir pencere aralığından süzülen,
Çocukluk günahlarımız.
Kıtalar ardına göç edenlerin peşi sıra bakacak cesaretimiz,
Yalnızlığa inat etmek için nedenlerimiz vardı.
Aksakallı dedelerin baston imalathanesinde çalışan ruhlarımızın,
Unutulmaya yüz tutmuş tozlu rafları üzerinde,
Ak kâğıtlara sarılı sırlarımız vardı bizim.
Alçaktan uçarken aklımızın yıldız askerleri
Hep bir paraşüt yalnızlığı bağlıydı sırtımıza
Kimsesizliğimizin en derin çukurlarına
İp kullanmadan inan jelibon aşklarımıza ne oldu?
Hatırlıyor musun onları?
Kendiliğinden açılan can yeleği gibiydi çoğu,
Uçağın kaza yapmasına bile gerek yoktu.
Gençlik dedikleri, hayatın elektriğinin olmadığı,
Gece ile gündüzün yer değiştirdiği zamanlar.
Kabilelerle yapılan savaşların ortasında,
Harfsel silahlarla işlediğimiz cinayetler.
Üzerimize yıkılan birkaç bina ve
Çeşitli yerlerimize denk gelen klavye kırıkları.
Saplanan her harfin bir manası oluyordu yüreğimizde.
Denizin ortasında kalmışken kimsesiz,
Bir kovadan nefes alırcasına, hayatta kalma heveslisi.
Gidenlerin gelenleri arattığı bu yüzyılda,
Kimin ihtiyacı yoktu ki, ardından ağlamayacağı birine.
Bizim aslında sevecek çok şeyimiz vardı ama,
Şeylerimizi sevecek zamanımız yoktu.
Çalınan her zaman, sevmek uğruna işlenen suçlar,
Yalnız kalpler plajında açılan şemsiyeler,
Yani gidilecek uzak kalpler, yakın acılar.
On dokuzunda şaşkın bir gençlik ve
Uzak bir Avrupa ülkesinde, deniz kıyısında belki,
Biz orada zamandan vazgeçmişiz.
Aslında biz ikimiz, yani seninle ben
Suya düştüğünde batmayan insanlar sevmişiz.
Ne köy ne de kasaba olamayan mecraalarımızın.
Tek haneli sakinleri gibi dolaşırken klavye aralarında,
Verilen her söze karşılık bir parçamızı alıyordu,
Nick’lerinde pembemsi şekerlere yer verenler.
Unutulmayan ne varsa ortaklaşa yalnızlıklarda,
S’siz sedasız bırakıldın,
Yıkılan Avrupa’nın harabe griliğinde.
Kayıp harflerimiz vardı bizim
Dostluğumuzun o kalın ve tek sayfalık destanında
Bizim gidecek çok yerimiz vardı ama
Dönecek pek yerimiz yoktu galiba.
Gidilen her uzaklık sonrası,
İçimize sonbahar soğuğu işliyordu.
Köylü bir kızın kilim dokuması gibi,
Gitmelerin, gelmelerin çokluğundan bile
Isınmıyordu içimiz.
Aklımızda hep oraların coğrafyası,
Cebimizde deniz altının sadeliği.
Bir oltaya takılan balıkçının varoluşsal şaşkınlığı gibi,
Çekilirken hayatlarımız boğazın serin sularından geriye,
Sen hep kuleliden kurtulmak isterdin, takıldığın iğneye.
İzmir’e giderken veya gelirken gidilen yerlerden,
Seninle yolda olmanın ekşi bir tadı vardı.
Dalından yeni koparılmış bir şeftali sadeliği,
Bir sınırdan diğerine geçen iki yalnız araç gibi,
Karşılaşmıştık sanki, dümdüz asfalt griliğinde.
Yolda olmanın verdiği keyif geçerken teker teker,
Takılıp kalıyorduk çoğu zaman
İzlerken durdurulmaksızın,
Yere çekilmiş beyaz çizgileri.
Aslında ikimizin de yüreğinde eskiden kalma,
Dibi tutmuş tencere gibi, ani fren izleri.
Bırakılan pek çok izin tercümesine geç kalınmıştı,
Ama yine de seviyordum seni.
Ben seninle yalnızlıklarımda kamp kurmayı seviyorum.
Uzak bir kara limanda, kendi kendine konuşan dalgaların arasında,
Yıldızlara bakarak, ulaşılamazlar ulaşma hayali kurmayı seviyorum.
Senin şimdi sol parmağında ölümüne bir söz
Dolunaysız gecelere çarpıyor kalbin.
Gözlerinde ölümüne, bir büyük kara parçası.
Ne varsa sevdiğin dünya üzerinde,
Bir yeri var onların da yüreğimde.
İşte böyle geçerken hayat sen’li veya sensiz,
Yine de bu sözleri hep içinde taşı,
Çünkü bu sözler sana yazılan,
Bir doğum günü telaşı.

Okuduğum Son Kitap Fyodor Mihailovic Dostoyevski - Kumarbaz

Dostoyevski'nin kumarbaz'ı 28 günde yazdığı söylenir. Bazı kaynaklarda dostoyevski'nin gerçekten yaşadığı günleri kaleme aldığı da söylenmektedir. Hatta bu kitabı henüz yazmadan basım haklarını sattığı, parasını da kumarda kaybettiği söylenir.

Kitap rus edebiyatının aslında ne olduğunu çok güzel anlatmaktadır, ben böylesine doyurucu karakterlerle çevrili bir hikaye daha önce okumamıştım. rus edebi eserlerine göre çok kısa olan bu kitap -ki 170 sayfa a5 boyutunda diyebiliriz- kısa olmasına rağmen, hemen hemen bütün karakterleri gözümüzde canlandırmamıza neden olacak kadar derinliğie sahiptir.

Kitabın konusu, sonu vs gibi konulara pek girmeyeceğim ki zaten çok güzel bir kitap ve kısa mutlaka okuyunuz. Dünya klasikleri için söylenen şu sözü hatırlatmak isterim "en iyi klasik herkesin okumuş olmayı istediği ancak çok az kişnin okuduğu kitaptır." evet dünya klasiklerinin uzun ve sıkıcı oluşundan dolayı +30 yaşına kadar beklediğim için pişmanlığım büyüktü. eğer sizde tolstoy, dostoyevski vs. okumadıysanız, yazarın uslübuna alışmanız için şahane bir kitap.

Hm rus edebiyatının akıcılığına ve karakterlerin gerçekliğine alışmanız açısından, hemde uzun betimlemelerin tadını almanız açısından çok faydalı buluyorum bu tarz küçük hikayeleri.

Aynı tarz olarak bir sonraki yazımızda Tolstoy'un Şeytan kitabını ve yine dostoyvski'nin ev sahibesi'ni yazacağım.

27 Kasım 2013 Çarşamba

İzlediğim Son Film - Jin






Harika bir Reha Erdem filmi. Ben Reha Erdem'in adını bir kaç kere duydum ancak hiç bir filmini izlememiştim. Ekşisözlükte ve benzer mecralarda bu filmin methini duyduğumda izlemeye karar verdim.

Film terörist olan Jin'in örgütten kaçarak izmir'deki dayısının yanına dönme çabası konu ediliyor. tabi konudan çok adeda bir Lars von Trier filmi izliyormuş hissine kapılıyorsunuz.

Uzun uzun devam eden sahneler, muhteşem  ve duru doğa, bir kaç hayvanın eklenmesi de işin tadı tuzu oluyor. ama Reha Erdem'e birileri hatırlatmalıdır ki o tür boz ayılar bizim ülkemizde yaşamıyor.

Film hakkında pek yorum yapmayacağım, izleyin ve görün muhakkak. Ama başrol oyuncusu Deniz Hasgüler için bir iki kelime etmekte yarar var. Ben kızı çok beğendim ki filmde kızın karşılaştığı her erkek ondan bir parça almaya çalışmasının nedeninin bu olduğunu düşünüyorum. İlkel dürtülerimizi harekete geçiren bir güzelliği var. Adeta Schopenhauer felsefesinden fırlamış bir kız Deniz Hasgüler.