Fikrimizce!

12 Ekim 2010 Salı

Kimim Ben?


Kimim ben?

Bir insanın kendine sorduğu en basit ama
Yanıtını bir türlü alamadığı tek soru.
Kimim ben? cevabını sadece kendimizin bildiği,
Ama öyle büyük bir günahmışcasına kendimizden bile sakladığımız o gerçek,
Taktığımız maskeleri öylesine gerçeğe boyamışız ki,
Sabahın o kör karanlığında baktığımızda aynaya,
Asıl gerçeği göremiyoruz.
Kendimizi, gerçek "beni" göremiyoruz aynada.
Olmasını istediğimiz, o hep oynadığımız kişilikleri gerçekmişcesine,
Bir hastanın günlük ilaçları gibi yarım bardak suyla yutuyoruz.
Ağır ama kesin bir yenilgi beklemekte hepimizi,
Hayat bizi bir gün unutacak ve o yarattığımız şey,
O ben dediğimiz su damlası,
Temmuz güneşinde bir çölün insafına kalacak.
Mutlu olamayacağız, umutsuzluğu büyük gümüş bir madalyon gibi,
Boynumuzda taşıyacağız.
Zaman zaman bir tomurcuğun toprağın üzerine çıkışı gibi,
Beklenmedik nisan akşamlarında çıkıp gelecek gerçekliğimiz.
Ama birileri hep olacak, yüksek topuklu ve basmaktan hiç çekinmeyen,
Toprağın üzerinde, yeni filizlenmiş her türlü gerçekliğe.
Mutsuz olacağız, memnuniyetsizlik, tatminsizlik yanı başımızda gezip duracak,
Ağzı bozuk bir serseri olup çıkacağız.
Mutsuzluğumuzun beslenmesi için, bize daha fazla acı vermemesi için,
Derine sapladığı o sahtelik kargısına daha fazla abanmaması için,
Mutsuzluklardan mutluluğu süzmesini öğreneceğiz.
Kimden ve ya neden önemsiz olacak,
Başkalarının mutsuzluğundan, kendimize mutluluklar üretmekde ustalaşacağız.
Demircinin nal çakmak için atın ayağını, iki bacağının arasına alması gibi.
Oysa kimim ben?
Bu değildi 12'sinde, birini ilk kez öpüşürken gördüğünde hissettiğin o şey,
Zaman selam vermeyecek her köşe başında,
Seninde yetişme telaşın yok zaten.
Ama zaman selam vermedikce her köşe başında,
Köşelerin çokluğundan,
Yuvarlak bir dünya kuramayacağını anlayacaksın.
Zor gelecek bakışmaların o derin kesiciliği,
Vazgeçmeyeceksin, kimim ben?
Çözmek isteyeceksin,
Öylesine bir kaç adım atacaksın içinde ki derinliğe,
Korkacaksın,
Kendinle ilgili öğrendiğin bir kaç beyazlığı,
Kimseler kabul etmeyecek.
Ki can diye cekedinin sol cebine ismini yazdıkların,
Silgisel bir kaç cümle ile bitirecek bakışlarında ki seni.
Aklını ele geçirecek siyah pijamalı seri katiller,
Korkacak değilsin bu yaştan sora,
Hem kendinle ilgili bütün bunlar.
Gerçekliğin peşinden attığın her adım,
Balçık bir pirinç tarlasında,
o adını, bir türlü hatırlayamadığın çinlinin,
Alaycı gülümsemesine saplanıp kalacak.
Gerçeğin peşinden her seslenişinde,
Yirmi sekizinde, ana rahminden yeni çıkmış bir kızın,
O alaycı konuşmalarında ki, ricalara park edecek gerçekliğin.
Yoksa sen bir hiç misin?
Bir tükenmez kalemin kelimelerini kusarken ak kağıtlara,
Belli belirsiz tükenme korkusu yaşayan,
O sersemletici maviliğinde mi gerçekliğin?
Yoksa sen de mi vazgeçiyorsun gerçek denen o sahteliğin yansımasından?
Biliyorum ağır gelecek, denizin dibinden çekilen kumları,
Sırtına bırakması kocaman vinçlerin.
Pes etmek arka cebinden sarkan bir zincirin parlaklığı gibi,
Peki kimsin sen?
Ne için bütün bunlar?
Kim çok görüyor sana,
Gerçek kimliğini aramanın verdiği mayına basma durumlarını.
İçinden bir sen gidiyor senin olmadığın senliğe,
Ve vize istemiyor, içsel yolculukların gümrüğünde duran,
Pembe iç çamaşırlı, ten uyumunda uçların yaşandığı o demir kadın.
Oysa sen çok inanmıştın gerçekliğine,
Okyanusların en derinine, bir bozuk para gibi döne döne inse bile,
İnanmıştın attığın avazların seni kurtaracağına.
Ellerin göğsünde birleştiğinde, inanırmışcasına o hiç görmediğine,
Hayatının bir alt yazı gibi olduğunu anlayacaksın,
Andan öncesinde ve sonrasında bir anlamsızlık yarattığını.
Kimim ben anne?
Dokuz ayın da bir bedeli olmalı mı?
Sırt üstü yatıp seni dinlerken bi kaç santim aşağıda,
Kulağıma suyunun kaçmasına aldırmıyordum değil mi?
Havayla ilk tanışmamda,
Özgürlüğümü vermiştin bana,
Bir makasın steril soğukluğunda.
Oysa ben saklayamadım onu,
Kirli çarşafların üzerinde bıraktım,
Acıma karışıp bir sigara dumanıyla,
Paslanmış ruhlara teslim oldum anne.
Yalnızlığımın en büyük korkusuydu,
Benim başkalarıyla yatmam anne.
Beni yine sen yatırır mısın anne?
Sırt üstü yatarken bir kaç santim aşağıda,
Bir kaç santim uzak olacak sana yüreğim.
Şimdi diz üstü çökmelerin tarihe karıştığı soğuk bir akşam,
Ve ben ne kadar bakmamaya zorlasam bile kendimi,
Her sabah aynada ki o ben bana bakıyor.
Hiçliğimi bir kurban çadırında,
Satıcı ile alıcı arasında ki o pazarlığa götürüyor.
Nasıl oluyor bir gençliğin adım atması yaşlılığa?
Nasıl bir saç yıllar sonra pes ederek,
Beyaz bayrak çekiyor?
Yağan tek bir damlanın korkusu,
Düşmek midir sadece?
Yoksa sende mi yıldızlı bir gecenin siyaha boyanan arka fonusun?
Adımlarımızın büyüklüğü yaklaştırmıyor bizi,
Varmak istediğimiz o olmayan yerlere.
Bırakmayın sakın bir çocuğu,
Yalnız başına kalabalık bir hayal kırıklığında.
Ben artık anlıyorum,
Varmak istediğim o yerin,
Yeni kesilmiş bir çimen kokusundan uzak olmadığını.
Peki kimim ben?
Ben, o anlaşılmaz sahtelik piyeslerinizin figuran dekoruyum.
Bir yaprağın dalından düşerken rüzgarla giriştiği duellonun şahidiyim.
Anlamsız ve çabasız her köşede selam bekleyenim.
Sırtına bindiğim cümlelerin,
Beni azgın bir hayvancasına üzerinden atmaya çalıştığı,
Ve hiç bir kum tanesinin olmadığı kumsalın,
Orta yerine düşen başı ısırılmış bir kurşun kalemim.
Ben annesinin dokuz ayda kazanıp verdiği özgürlüğü,
Karanlık odaların, sarışın yataklarında,
Pembemsi aralıklara sıkıştıranım.
Ben bir yalnızlığın başka bir yalnızlığa gidişinde,
Erimiş asfaltın, otobüs tekerleğine yapıştırdığı sesim.
Ben bir balığın yakalanma anında ki telaşlı çırpınışıyım.
Ben boşa geçmiş 27 senenin hesabını,
Kendi aklına suni solunum yaparmışcasına,
Yüksek bir dağ yamacından gri bir okyanusa keyiflenerek,
Ölümü yaşat bana, yaşat ki tamamlansın bir mart akşamı,
Steril bir makasın açtığı yaraya bulaşan hayatı haykıranım.
Ve ben durmadan, orospu kurtçukların kemirdiği nikotin bir hayatın,
Aydınlığa çıkan patikasında rasladığım,
Turuncu bir gerçeğim.

Hiç yorum yok: